Apaçık sevgi

Adımları ardı sıra birbirini izlerken titreyen bir eli cebindeydi. Diğerini sormayın. Sıkıca kavrayışı hayra alamet değildi çünkü. Sanki kıskıvrak tutulan kendisiymiş de, sanki birazdan her şeyi başlatacak başrol oyuncusu o değilmiş gibi sessiz ve donuktu. 

Her bir adımda ayakları bir önceki kararlarının pişmanlığını çeker gibi yere inerken kolları bahar meltemiyle salınan bir söğüt gibiydi. O bedenin dik duruşuna şaşırdı yanından geçenler. Kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış köpekler onu görünce kuyruklarını ilk kez rüzgara tutmaya cüret etti. Çınar gibi adam devrilecek diye düşündü sokakta yankesici çocuklar, zira ancak bir çocuğun gözleri bu çırpı gibi adamda bir çınar görebilirdi.  Yalnız dilenciler ürktü ondan, ekmek aslanın ağzındaydı ve bir boğaz daha kaldıramazdı bu tekne. O ise yürüdü gitti. Nereye yürüdüğünü biliyordu ama bilerek yürümüyordu. Belki kent bundan biraz daha büyük olsa yürüyemeyecekti ve illa otobüse, dolmuşa filan binmesi gerekecekti ve delik cepleri onu çıkacağı bu yürüyüşün hazin sonundan koruyacaktı. Her gün sövdüğü, dikse bile meteliksiz kalacak cepleri ona böylesi hayati bir kıyak geçecekti. Ya da Tanrı’nın üzerinde mangal yapabileceği  başından sonu görünen ızgara planlı yollar Orhan Veli’yi tuzağına düşürmüş o malum çukur gibi bir belediye hizmetiyle sürpriz yapsaydı hikaye bir önceki kadar değişmese de değişebilirdi. İşte tam da bu yüzden bu uğursuzluğun en büyük azmettiricisi bu kentin kendisiydi.Bu kent.. İçi cızladı bir an. Ritmi hızlanan bacakları kalçasının dengesini bozdu, rüzgarı ilk karşılayan burnu biraz daha kızardı soğuk havada. Sadece gözleri kente olan bunca yıllık vefa borcunu ödeme derdindeydi. Onca yaşarmaya, parlamaya rağmen sokağı, binaları, olsa sokak köpeklerini de ama bugün burada değildiler, bir bir süzdü. Köpeklerin kötü olayları sezme gücüne hayranlığı bir an için kafasını dağıttı..

Karın yumuşattığı sıcacık bir kış günü canı sırf sıcak şarap çektiği için annesinin gergin vajinasını beklenilenin aksine önce sağ yumruğuyla yırtmış, sonra da doktorun meraklı gözleri önünde kafasını çıkarmıştı. Zaten kocaman olan kafasının bile zor taşıdığı zekası ona önce kolunu atmasını söylemişti ama aylardır sesini duyduğu sağduyulu doktorun bundan pek de hoşlanmayacağını akıl edememişti. Annesi onu kuvözde 2 gün az tutmalarını siyasete böyle yordu. Alkolik babası ise isyankar bebeğinin başkaldırısını desteklemek adına şarabını onunla paylaştı. Hemen ne biçim bir baba diye düşünenler olabilir aranızda, o yüzden belirtmekte fayda var, sıcaklığını bileğinde ölçmeden içirmemişti şarabı. Babasının empati gücü onu öylesine büyülemişti ki, gözleri alevlenmiş ama bunu doğumunun ilk gününde sarhoş olmasına bağlamışlardı. Babası bununla hep gurur duyacaktı: “ Benim yavrum aynı babasına çekmiş.”.Annesinin gözlerindeki keder belki bundandı ya da belki de daha önceden de vardı. Ama kesin olan şey, hangi bağdan olduğu bile belli olmayan bu ne idüğü belirsiz şarabın 9 aydır çabayla biriktirdiği sütünden, ana sütünden daha önce emilmesi annesinin kendisine güvenini yıkmıştı. Zaten kırılgan olan annesi o zamandan sonra toparlanamamıştı. Daha sonra da süt annelik yaptığı bebeği ve annesini kaçırıp kayıplara karıştı. Öz anneyi de kaçırmıştı çünkü bir annenin yavrusunu kaybetmesi acısının ne demek olabileceğini az çok idrak edebiliyordu. O günden sonra babasına daha da bağlandı. Daha doğduğu ilk gün kurdukları bağ gittikçe tasması haline geldi. Her şeyi, ama onun en derin arzularını bile anlayabilen babasından gizli hiçbir şeyi olamayacağına inancı günbe gün, kat be kat arttı.Her geçen gün daha da köşeye sıkışmış hissetti kendisini. Bu yüzden para kazanmaya karar verdi. İlk maaşını orta kalite kocaman bir fıçı şarapla takas etti. Şarabın aralarındaki geçmişten gelme münasebetinden ziyade vücutta kaldıkça mayalanmaya devam ettiğini yani sarhoşluğu sürdürdüğünü duyması bu seçiminde kilit rol oynadı.Geri kalan tüm kararları ise sadece ekonomik zorunluluktandı. Velhasıl, babası daha o gelmeden amacını anlamış ve sinirle beklemeye başlamıştı. Bunca yıllık korkusu babasını iyi tanımasını sağlamıştı. Kapının önüne hızlıca bırakıp kaçtığı fıçının üzerinde, bir seramik bardakta marketten çaldığı en iyi şarabın bir kısmını sunmuştu. Bir kafede çalışırken patronu en güzel kahvenin en güzel sunulan kahve olduğunu söylemişti. Bu yüzden seramik bardağı özenle seçip bir ay önceden almıştı bile. Sonuç olarak, babası başta allem edip kallem edip elini bardağa uzatmadıysa da kokusundan sarhoş olacak kadar kara kış demeden 2 ay boyunca fıçının çevresinde döndü durdu. 20 yıl sonra öldüğünde, cenaze namazına gelen cemaat bu yüzden onu iyi demese de gururlu bilirdik dedi koro halinde. Sadece o, bu koroya ses katmadı. Çünkü geçen 20 yıl, o 2 aylık bekleyişin gerginliğini unutturamadı. En çok da o güzelim kaliteli şarabın bozulmasına yandı. Bu yüzden babasını hiç affetmedi. Cenazesinde sadece içinden “inatçı keçi” dedi.  O an hissettiği titreme şarabın yasını tutan körpe yüreği miydi yoksa babasının sinirli ruhu mu titretti hala bilemez. Ama o zamanki dahice planı, babasını ölünceye kadar bedava şaraptan mutluluk manyağı yapmış ve onu da babasının ölümünden 19 yıl 10 ay önce özgürleştirmişti. Ta ki bu kent onu yine böyle kıstırıncaya kadar..

Babasının daimi sarhoşluğunun başlangıcından sonra ilk kez aşık oldu. Öyle yoğun bir duyguydu ki, karnına albatroslar tünemişti sanki. Özgürlüğe en az onun kadar düşkün bu kuşların mideye zincirlenişi ne kadar büyük bir acıdır bir düşünün. Sonuçta bu duygu öyle büyüktü ki paylaştırdı paylaştırabildiği kadar kentteki bütün güzeller arasında. Bu yüzden ortalama bir aşığın reddedilebileceğinden daha çok reddedildi, sevilebileceğinden daha çok sevildi,ve tabi ki sevdi. Onu bu dünyaya iten şey de sevgiydi, onu büyüten de apaçık sevgi oldu. Ama olumlu mesajlar veren aile-dostluk filmlerinin aksine sevgi her şeyi çözemedi. Sevgi onun için çözüm değildi çünkü, moda duygusunu zedeleyen bir yamaydı sadece. Başka bir annenin acısını göz ardı etmeyen annenin kendi çocuğundan vazgeçişi, babasının değerlisini paylaştığı yavrusunun gardiyanı oluşuydu bu yama. Onu sevenlerin acizlikleri, ezik karakterleri, ancak göze alabilecekleri bir macera ya da onu tanımayışlarıydı. Hepsi sözüm ona çılgındılar mesela. Bir gece eve gitmediği için kendisini maceracı sanandan tutun da yüksek sosyete arkadaşlarının yanına onunla el ele kol kola girebildiği için kendisini cesur sanana kadar. Bir sefer sevgililerinden birisi :”Seni öyle çok seviyorum ki, senin için her şeyi yaparım.” demişti ona. Bunu duyduktan sonra 5 dakika geçti ya da geçmedi, ayrıldı sevgilisinden. Eğer sevgi gözünü bu kadar kör etmişse, sevdiği o değildi, kendi adında tanımadığı birisiydi. Acaba tipleri de benziyor muydu? Mesela çirkin burnu sevgilisinin siyah perde inmiş gözlerinde estetikli miydi? Sonuç olarak, duygularıyla kör olmuş birisi sevdiğini (!) göremezdi ve esasen onu görmeyen bu sevgiliydi, ondan ayrılan. Sonraları ardından zalim dediler onun için. Sevginin kıymetini bilmediğinden dem vurdular. Sevginin kıymetini bildiğini iddia edenler asıl zalimdiler ve bu yüzden her bu sözü işittiğinde gövdesi daha da doğruldu, kalp acısı daha da hafifledi. Gördüğü ilk güzele kaptırdı gönlünü yine. Fakirliği seven dilenci gibiydi.Belki okkalı bir bağış gelse meslek aşkından vazgeçecekti ama ona reva görülen kırıntılar diğer kırıntılar için de beklemesini telkin ediyordu basitçe. Böyle böyle sevmediği ve sevilmeyi beklemediği bir an bile olmadı.

Gözünü bile kırpmadan döktüğü üzüm kanıyla özgürlüğünü ilan ettikten sonra ilk iş nehrin kıyısına gitti. Eğer okyanus olsa onun yanına giderdi muhakkak. Ancak kucaklayıcı, duygularını içten ve yoğun gösterebilen okyanus onun özgürlük kutlamasına iç rahatlığıyla eşlik edebilirdi. Öte yandan ne iki yaka arasına sıkışmış nehir ne de insanlığın elinde ehlileştirilmiş deniz onu canı gönülden kutlayacak kadar özgürdü.

Aralık, 2016

One thought on “Apaçık sevgi”

  1. Geçen ziyaretçilerden garip olanıyım ben. Ruhumu okşadı yazdıkların.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *