bir bakışın, ufak bir baş hareketinle beni kalabalıktan sıyırdın. Fark edilmenin şımarıklığıyla, kırıta kırıta ama hanımefendiliğimden de taviz vermeyerek yürüdüm sana. Dörtlüklerin ikililerinde adımlarımı sektire sektire ilerleyip hemen önünde durdum.
Loş ortam çok sesli müziğin de etkisiyle kızarmıştı ve tat kaçırmaktan korkarcasına varlık mücadelesi veren ampülün seyrek ışığı üzerinden dökülüyordu. Önce koyu lacivert bir safir gibi ışıldayan gözlerini gördüm. Gözlerinin ardından, yüzüne baktım ama bakmamla birlikte yaylıların ezgisi başladı ve önce yüzün silikleşti, sonra bedenin kayboldu birden. Bunlar belirsizleştikçe varlığın netleşiyordu. Ateştendin sen, lav denizlerinde doğmuştun. Göğsünden yükselen yangına kapılmamak imkansızdı. Sana sarılmak için sabırsızlanıyordum.
Taksim’de taksi durdurmak ister gibi kolumu aniden kaldırıp neden sonra müziği duydum ve yavaşladım. Karnından yayılan enerjinin yolunu kaybetmiş bir kısmını omzundan hafifçe süpürdüm. Omuzların bir diyarın iki ayrı ucunda, arasında da sanki bir uçurum.. Dikkatle sarmaya başladım seni.. Sol elimin avare macerası sırtının ovasında devam ede dursun, sağ elim avuçlarına teslim olmak üzereydi. Bu sırada sana bir adım daha yanaştım ve işte, bedeninle yüzleştim. Sıcaktı ama yakmıyordu. Tehlikeliydi ama güven veriyordu. Sıkıca doladım sana kendimi. Kürek kemiklerinin arasına sıkıştırdım sol beş kardeşi. Ateşin ceketine rağmen elimi tatlı tatlı yakıyordu.
Hafifçe salındın ve sana uyumlanmamı destekledin. Seviyeni hafifçe düşürüp kısa ama ağır bir yan adımla başladın. Ayaklarımın altında çöl denizleri, ağır ağır taşıdım ağırlığımı. Ayağım ilerledikçe etrafa parıl parıl altın gibi tozları saçıldı. Elin sırtımla belim arasında bir yerde, ürkekti. Şaşkınlığındandı bu aslında. Sen nasıl ateşsen, ben de suyum çünkü. İçimde bir çağlayan var, bunca zaman sakinleştirmeye çalıştığım. Oldukça utangaç bir patavatsız kendisi, her defasında gürül gürül akmak için can atan ama yatağına ancak sığan. Ama biz.. Biz, birlikte.. Sen benden kaçarsın, ben de senden.. Dansın içinde birlikte kaynarız yine de. Her bir adımda, biraz daha tutuştun ve ben biraz daha buharlaştım.. Isındı etraf. Çok fena ısındı.. Adımlarımızda bulutlar birikti. Beni sıkıca tutup kendine çektiğinde, ayaklarım yerden kesildi, bulutlarımız köpük köpük kaçışarak yükseldiler. Dağılan bulutların arasından seni yeniden gördüm. Belki de seni ilk kez ancak şimdi görmüştüm. Alnım elmacık kemiğinle çenen arasındaydı. Göğsüne baktım ama kendi kalbimi gördüm.Birden kırmızı ampüller ortalığı gün batımına çevirdi. İstanbul’un muzip meltemi boğazdan koştura koştura geldi, eteklerime doluştu. Bedenim hafifledi. Kalbim, ada vapurlarıyla kapışan bir martı gibi heyecanlandı.
Bundan sonra, bir kelebeğe döndüm. Sen nereden esersen oraya kanat çırpıyor, etrafında pır dönüyordum. Bazı notaları sade ve seri adımlarla besliyor, bazılarında da benimle tatlı tatlı alay edip başımı döndürüyordun. Müzikleri sanki ilk defa dinliyordum, zihnim allak bullaktı. Ne her şey gerçekti ne de tamamen sahte. Sana daha sıkı sarıldım, gerçekten korkup rüyana sığındım. Sana karıştıkça, yok olmak bir yana dursun, daha da büyüdüm. Artık güvendiğim bir yabancıydın..
Nefesin, kulaklarımda yankılanıp boynuma süzülüyor, nemli bir okşayışla usulca uzaklaşıyordu. Oldukça düzensiz ve tez canlıydı. Göğüskafesin yarın yokmuşcasına inip kalkerken, beni kendisine biraz daha çekiyordu. Yavaş yavaş biçim değiştirdik, kocaman bir dönme dolaba binmiştim sanki. Seninle yükselmek de vardı alçalmak da. Büyük adımlar atmayı çok sevdim seninle. Seviyemizi düşürüp beni kendine kibarca çekişlerini sevdim. Göğsünde beni yuvarlayışını sevdim.
3 dakika.. Yalnızca, 3 dakikada devr-i alem. Müzik bittiğinde, dengem alt üst olmuştu, neyse ki sen tuttun beni.. Sahi! Hala bırakmadın..