Umutsuzlukların kol kola halaya durduğu bir yere dönüşmüştü memleketi. Evrenin sırrına nail olunmaz velhasıl memleketin sırrı hiç mi hiç çözülemez. Önceleri memleketin neresi diye sorduklarında, annesinin ve babasının ona öğrettiğini söylerdi. Bu yer Karadeniz’in küçük bir köyüydü ve şehre yakın olduğu için de benzerlerinden görece daha prestijliydi. Fakat ekonomi denilen tahterevallide şehirler bir yağ damlası gibi suyun üzerinde süzülürken köyü şehre yakın da olsa, yanlış şehre yakın olmanın bedelini önce ‘memleketin neresi?’ sorusuna yanıt olamayışıyla ardından da ancak ‘Orada bir köy var uzakta’ şarkısına eşlik edilirken anımsanışıyla ödedi. Babasının öğrettiği memleketi Sarıkamış ise tarih kitaplarında Rusların zalimliğini kanıtlamak için kullanılan bir isimden öteye gidemez oldu. Tabii ikincisinin ilkinden daha şanslı olduğu su götürmez bir gerçek. Fakat her ikisi de gittikçe genişleyen memleket tanımının içinde kayboladursun, büyüdüğü kent bir süre bu genişlemeyle baş edebildi. Nerelisin? Ankara! Hem de başkent! Unutulan köylerin intikamını kentlerin en babasından olarak aldığını sanması uzun sürmedi. Dünya büyüdü, haliyle memleketi de büyüdü. Nereliyiz? Türkiye! Evrenin genişlemesinin kendi sonunu getirdiğini öne sürdü Einstein. Memleket de öyle.. Genişledikçe kimliksizleştik, genişledikçe bağnaz gruplara dönüştük, ve genişledikçe…
Artık umutsuzlukların halayı bitmiyor. Aşkta umutusuzuz, kariyerde umutsuzuz, şans zaten yok, parayı ise hiç söylemeyeyim. Gidemediğimiz pahalı eğlence parklarındaki hız trenlerini televizyonda doları izleyerek deneyimliyoruz.
Hafızalarda uzak bir anı olarak kalışıyla ancak şarkısına eşlik ediverdi.