Arasına irili ufaklı taşların sıkıştırıldığı dökme merdivenleri koşar adımlarla indim. Korkuluğa tutunmuyorum. Adımlarım serileştikçe, basamakların perspektifi kaybolmaya başladı zihnimde. Önümdeki bir basamak mı yoksa zemine indim mi? İyi aydınlatılmamış apartman bu bilmeceyi çözmemde hiç de yardımcı olmuyor. Art arda kaç basamak olur ki, orta kattaki zemine kadar? Yürüdüğünü düşünmeye başladın mı yürüyemezsin ya, benim de adımlarım yetim ve öksüz, bir başlarına dört nala kopturdu gitti. Artık adımlarımı takip etmek zor. Zihnimse olduğu yerde şaşkın, düşünmeyi bırakmış sadece kötü senaryoları savuşturmaya çalışıyor. Neyse ki, en kötü senaryoda bir yerlerimi kırıyorum. Ağlanacak duruma gülmek bu olsa gerek. Yine de adrenalin sevdalıları bilir, bodoslama gireceksin: Her bir adımı arka arkaya gelişine salladım.
Hız kesmeden ama artık kontrolsüzce iniyorum merdivenleri. Her adımda, geçtiğim basamaklar daralıyor, önümdekilerse adeta bir ova gibi gepgeniş uzuyor. Bir şey kovalıyor da kaçıyorum sanki. Ayağım tökezleyecek gibi oluyor. Zihnim imdada yetişti: kovalayan bir şeyden hınzırca kaçma fikrine tav olup adımlarıma sahip çıkıyor. Fakat bir şartı var: korkuluklardan tutun bari.
Tutuyorum korkulukları. Kurbağa gibi zıp zıp iniyorum kalan basamakları. Zemine geldiğimde yaşadığı heyecandan mest olmuş bir beden, ona söylenen bir zihin, neyse ki bir yerimi kırmadım diyen bir ben kalıyoruz. Hızımı alamayıp okulun kapısını da koşarak geçiyorum. Dosdoğru anneme gidiyorum. Beni bekliyor bahçede, ben de Şive’yi bekliyorum.
Şive hiç koşarak inmez merdivenleri. Şive merdivenden düşecekleri bekler ve düşenleri/bir yerlerini kıranları kaldırır. Neyse ki bugün de Şive’yi ben bekledim. 🙂