Öyle bi’ nefret

Üstüme İstanbul’u alıp çıktım evden. İstanbul benim için 1900lerin başı: içimde gergin bir neşe. Şişhane’den Tatavla’ya kırdım dümeni. Tepebaşı’ndan tırmandım yukarı, dosdoğru mesnetsiz aşk yeminlerine. Her zamanki mahalle barımıza girdim.. İki 50’lik söyledim. Birisini afiyetle içtim, içtikçe cana kana geldim. Diğerini de gömmüşlerimin (açıkça da belirteyim; senin) hayrına, bardağın dibini görmüş bahtsızlara paylaştırdım. Hızla boşalan kupam ziyaretin kısa’sını makbul bulmuştu, ama oysa beni bir süre daha ağırlamanı dilerdim.

Senden nefret ettiğimi fark etmem çok sürmedi. Ayrılık 3 vakte zerk edilir bedene. Önce iştahsızlık ve ardından kabızlık olarak vuku bulur. Görünür fiziksel etkilerin ardından daha fenası, inkar ve beklentiler beyne illet olur. Fakat en üzücü kısmı, sonrasıdır. Kabullenme ve terk etme.. Hayallerin terki ve beklentilerin vefatı mutlak bir gridir: Siyahla beyaz arasında, her ikisi de olamamış biçimsiz ve kararsız bir şey.. Gri, parlağı matlaştırır, matı parlaklaştırır. Cıvıl cıvıl pekiştirmesi yasaktır, ‘normal’ ise tek kabuldür.

Ne olursa olsun, senden kalan griyi zamanla ve teminkinli bir şekilde, yeniden renklendirdim. Azıcık mavi katıp buzullar çizdim, kalp atışlarım yeniden ritmini kaybederse bir gün, yatıştırsın diye. Rengarenk çiçekler boyadım, huzurumu kaçırmaya kalkarsa birisi bir gün, kelebekler yollarını şaşırıp mideme düşmesin diye. Sarıyı griye vurup çizdim güneşi, gözüm yeniden arzuyla parlayacak olursa, günbatımımda soluklaştırsın diye.

Yine de senden nefret etmemiştim. Henüz.. Nazım’ a kulak verdim. Sen de herkes gibisin dedim.. Arkadaşlarımın sayısı arttı bir anda. Mahalleli muhtarlığa adaylığımı koymam için baskı yapmaya başladı. Tanıdıklara kahve ısmarlamaktan içki içecek vakit bulamaz oldum… Belki de Nazım’ı yanlış anladım, kim bilir?.. Oysa, ben, seni nasıl sevdiysem, herkesi de öyle sevdim. Yine de sen ve herkes, iki ayrık küme kaldınız bende.

Birleştirsem birleştirirdim sizi, daha geniş bir kümenin içinde alt ederdim. Hali hazırda, renklerini griye rağmen yeniden kazanmaya çalışırken, bir de özel davrandığı sıradan insanları “normal”leştiremiyor insan, içine sindiremiyor. Bu yüzden sevgi sanılanın aksine paylaşılan ya da birlikte büyütülen bir şey değil. Sevgi, yalnız kalplerin yalnız olmadıklarına inanmasıdır ve dekorlar önünde birbirlerini kandırdıklarını sanarak oynarlar. Karşısındakini bu düzmeceye ortak edemeyenler, kadere savurur bir lanet ve kendilerine yalnız derler. Matrix’i görenlerse, “tek başına” olur, körlemesine zevk-ü sef’aya düşer.

Kendime ‘henüz yalnız değilim” diyebileceğim yere kadar bekledim seni. Oyunumuzun co-starı yolda, trafiğe kalmış da.. Pardon.. Ama eli kulağındadır. Bu sırada dekorlar kurulsun, figuranlar hazırlansın. Ha geldi gelecek.. Oysa, üstel dağılım bile grafiğini şaşırdı benim bekleyişimde. İhtimaller 0’a yaklaştıkça, duyarlılığını artırdım hesap makinesinin.. Dayanabildiğim yere kadar, tüm ihtimaller artık kesinliğe dönüşünceye kadar seni bekledim de, yine de senden nefret etmedim.

İlk kez bugün hissettim nefreti. Çok mutlu olduğumda. Sahile indim, en sevdiğim merdivenlere oturup ışıl ışıl Anadolu’ya baktım. Astigmatımın gücüyle, ışıklar dağılıp siyahın içinde kıpraşmaya başladı. Seninle yürüdüğümüz akşamki duygularım gibi. Uzaklardan gelmiş bir yabancıydın. Metrobüs kalabalığının nefesi ve metronun rutubeti üzerine sinmişti. O an ilgimi çektiğini pek söyleyemem. Ama heyecanından beşik yapıp sözlerini güzel güzel salladın. Saf diline inandım, kalbimi sana kaptırdım. Boğaz’a giren şaşkın levrek gibi takıldım oltana. Bana verdiğin bir kovalık sevgiye yeni bir dünya diye kandım. Jupiter’i Kutup Yıldızı sanan cahil gözlerle baktım sana, gözlerindeki hırsı parıltı sandım. Kırıcı sözlerini saçmalamandan saydım da kulak vermedim. Yine de senden bu sebeplerden nefret etmedim.

Hala bu güzel gecede, İstanbul’u üstüme almış turlarken keyifle, cebimden yine sen çıktın diye nefret ettim senden. Benim mekanımda, sana rağmen, benimle! Buralara kadar seni hala yanımdan ayıramadığım için belki.. Bir an için yalnızca, şöyle bi’ hani, ani geldi gitti gibi nefret. Çok da şey etme yoksa..

One thought on “Öyle bi’ nefret”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *