amor prohibida

Maviyi sevişim gibi, seni de ansızın seviverdim. Gözlüklü ve sevimliydin. Sırt çantan benden büyük olan yaşını ufaltıp cebime sokuyor, demin öptüğüm dudakların suratına bir türlü yerleşmiyordu. Hala zihnimde evirip çeviriyorum seni, ama o günkü sen ile gittiğindeki seni bir türlü benzetemiyorum.

Hatır gönül niyetine sana yatağımda yer açmıştım. Zaten üç yastıkla yatıyorum, en kötüsünü sana vermek o akşamki rahatlatıcı varlığına karşılık yeterince karlı bir pazarlık gibi görünmüştü gözüme.

Aradan birkaç ay sonra, çirkin kafana kucağımda yer açmak daha zordu dürüst olmak gerekirse. Öyle çirkin bir suratın vardı ki, ellerimle yüzünü örtüyor sanarken, okşamaya doyamıyordum. Öylesine çirkindin ki beni öptüğünde esmer tenim utançtan pembeleşiyordu. Ve yine bu nasıl bir çirkinliktir ki beni sımsıkı sarıp sarmaladığında kollarının arasında yok oluyordum. İşim gücüm, yalnızca seni öpmek olsun isterdim.

Hey! (İsmimi söylemesen üzerime alınmazdım.) Baksana, ben uyuyamıyorum o yüzden gidiyorum, dedin. Bu hayır işi zaten haddinden uzun ve yoğun geçmişti, seni gönderirken beni uyandırdığın için kızgın, gittiğin için ferahlamış ve seni bir daha göreceğimi düşünmediğim için de umarsız hissetmiştim. Sana iki seçenek sunmuştum, ya ben ya ben’di. Sen ikisini birden seçecek kadar açgözlü ve değer bilmezdin, ve bir de zaten çirkindin. Seninle bir daha görüşmeyeceğimize emindim.

Emin olduğum başka şeyler de vardı. Çirkindin mesela. Nerd ve kendi halinde sakin bir çocuktun. Az biraz ayakların yere basıyordu ve maceracıydın. Çok geçmeden çirkin olman dışında, seninle ilgili her şeyde yanıldığımı anladım. Dağılmış ve de dağınıktın. Kırgınlığını öfkeyle tamir etmeye çalışan zalim birisiydin.

Yine de çirkin cazibene kapıldım. Öyle bir çirkinlikti ki, benim dışımda herkes görüyordu. Ben sadece çirkin olduğunu biliyordum ama göremiyordum. Bir ben kördüm.. Yüzün hala daha aklımda belirdi mi içim ışıyor.. Hiçbir zaman sana sevgimi hak ettiğine ikna olamadım. Ben aptaldım. Tek açıklama bu olabilirdi. Zaten sen de hiçbir zaman sana değer verdiğime inanamadın. Ben seni sevmekle barışamamışken, sen nasıl inanabilirdin? Senin kötü benim iyi zamanlarımdı, ama zaten bizi buluşturan da buydu.

O gün çatıda seni izlemediğimde başladı her şey. Özgüvenini bir seferlik bir zepline bağlayıp peline yollamıştın. Ve ben de onu Çamlıca kulesinin ucuyla delmiştim. 5 yaşındaki duygusal zekanla benimle iletişim kurma biçimin ve benim İstanbul sevgim bambaşka iki şey olarak aramıza girmişti. Seninle vakit geçirmemin o gün tek sebebi partinin Galata’da bir terasta olacak olmasıydı ve basitçe o manzarayı görmek istemiştim. Bazen bu kadar basit bir şeyin aramızda geri alınamaz bir hasar bırakması çok saçma geliyor ama, anlıyorum. Partiye giderkenki heyecanını hatırlıyorum, yiten duygularına hüzünleniyorum.

Bir saattir tatlı totonu kondurmak istediğin bir park bulamadığımız için sana sinirim zıplamak üzereyken, Maçka Parkı’nda oldukça rahatsız ve çam dikenlerinin doğal bir kalkan gibi çimleri koruduğu bir yere serildik. Çirkin yüzüne dokunurken, seni nasıl bu kadar sevebildiğimi düşündüm. Sana sevgimi biraz anlatmaya çalışacağım.

Şiddetli bir histi, seni ellerimin arasında sıkıştırmak istiyordum. Ellerimin arasında öyle bir sıkış ki, yüzün hamur gibi oradan buradan fırtlasın parmaklarımın arasından. Ama, yok, hayır. Göğüs kafesimi kesmek istedim bir an. Kesip seni içeri yerleştirmek.. istemsizce kucağımdaki çirkin suratına doğru eğildim. Bir an, çok kısa bir an, kafanı tuttum ve hafifçe çektim kendime. Ağırlığı inanılmazdı ve içime soksam bile seni devamlı taşıyamayacağımı hızlıca kabul edip ellerimi yeniden yüzünde dolandırmaya başladım. Abartıyorum ya da şakalaşıyorum sanıyorsunuz ama, bunları yaşarken oldukça ciddiydim. Aradan geçen zamana rağmen, hislerimi aynı yoğunluklahala hatırlayabiliyorum.. Gittikçe hareketlerim sertleşiyordu, dudağını çekiştirmeye başladım. Çatlaklarını koparıp kanatmak, canını acıtmak istiyordum. Sertçe sevmek de yetmeyince, kendimden beklemediğim bir esneklikle üzerine kapaklanıp neredeyse, az daha seni öpebilecektim. Ama bedenim o kadar kıvrılamadığı için geri toparlamak zorunda kaldım. Ve çirkinliğine baktım. Belirgin sakal çizgin, çirkin altın zincir kolyen… iflah olmazdım, seni içime almak isteği o kadar büyüyordu ki, göğsüm sıkışacak gibi oldu. Öfkelendim, hem de çok. Bu rahatsızlıktan dikkatimi uzaklaştırmak için karıncaları izledim, parktan gelen sevimsiz çocuk seslerine kulak verdim. Dikkatimi senden almak zor olmuştu ama neyse ki başarabilmiştim.

Seni, seninle ilgili hoşlanmadığım her şeyle birlikte, sevdiğimi anladığım o gün, senin bana aşkının zedelendiği gündü. Çok sonra kendin söyledin. Bir sözümden incinmişsin..

Benimle hiçbir zaman barışamadın. Canını acıtmama rağmen beni sevmekten vazgeçemediğin için, beni hep cezalandırdın. Ve tüm bunlara rağmen, seni sana rağmen sevdim. Ve akıl sır ermez, sana sevgim yerli yersiz büyüdü durdu. Sen daha huzuru bulamamış bir kayıp ruhtun, seninle mutlu olamazdım, ama sen yine de benimdin. Dönüp dolaşıp bana gelirdin, ne yaparsam yapayım benden vazgeçmezdin.. Bense… ben kendim gibi değildim zaten seninle..

Benim sevgim bir başkaydı sana. Yorulmuyordum ve ya incinmiyordum. Çırpınışlarını görmek ilginç bir hazdı. Seni zorluyor olmak derinden bir keyif veriyordu. Senin için önemli olduğumu ancak böyle anlıyordum, ve bana aşık olduğunu sen daha bilmezken ben böyle böyle görüyordum işte.

ama hepimizin hayatında farklı dönemler oluyor tabi. Ve öyle bir dönemdi ki, sana acı verdiğimi görmek beni incitmeye başlamıştı. Oysa senin neşen ve gülüşün olmayı arzuladım. Ve acı seni benden uzaklaştırmaya başlamıştı. Oysa seni her düşündüğümde, senin bendeki tekilliğin daha da derinleşiyordu. Ve bir gün, duygusallaştım.. Seni uzunca bir zamandır görmüyordum. Haberim de yoktu senden. Benden ayrılıp kıta değiştirmiştin. Hem de Boğaz’ı geçmek gibi basit de değil, aramızda mevsimler ve saatler vardı artık. Ama o gün, o tek gün sanki her şey ismini sayıklıyordu bana. Taksim’de yürürken seni görecekmişim gibi hissetmeye başladım. Umursamadım başta, saatler geçti hala her şey sanki sen’di. Seninle tanıştığımız gece kulübüne girdim, orada olup olmadığını görmek istedim, yoktun. Beni ilk kez öptüğün direğin yanında durdum ve bir bira içip kendime güldüm. Sensizlik kafama vurmuştu besbelli. Onca aydan sonra neden şimdi peki? Biram bitince, eve döndüm ve yatmaya hazırlanmıştım. Telefonum sessizdeydi ama senden haber bekler gibi telefonu yatmadan son bir kontrol etmek istedim… inanılır gibi değildi. Oradaydı işte. Yeni mesaj yazıyordu, 10 dk önce gelmişti. Senden bir mesaj gelmişti işte. Gerçekti, gerçekten de buradaydın işte. Seni bütün akşam sokaklarda, barlarda aramışken, sen beni bulmuştun işte. Kalbim pır pır, bana gelmeni bekledim.

Sana sevgim artık bambaşkaydı. Hızlı ve öfkeli kalbim, avuçlarında bir bira gibiydi. Hatta bir akşamüstü birası gibi. Ilk bir kabarıp sonra koyverdim kendimi sana. Alıp döke de bilirdin, bu beni çok üzerdi ama işte ilk kez beni üzmene izin verecek kadar zavallı bir şekilde açılmıştım sana. Dedim ya, duygusallaştım. Belki de ilk defa, sana teslim ettim kendimi.

O gece seninle barıştım. Sana o gün söyledim.

– Seni sana rağmen sevdim..

– Sana bir türlü inanamadım.

– Oysa sana hep dürüst oldum.

– Beni avucunda oynatmandan korktum..

Aşkımızı itiraf ettiğimiz o gece, sana son kez dokundum. Kendimi uzun süredir bu kadar şanslı ve mutlu hissetmemiştim. Ben seninle barışırken sen sessizce vedalaştın. Ilk gecemizin aksine, sabah sarılarak uyandık ve evden birlikte çıktık. İzlemediğim dansın geldi aklıma.. Galata’da terasta.. yeni hareketler öğrenmiştin ve göstermek için can atıyordun. Güzel de dans ettiğini düşünüyordun, beni etkilemek istemiştin. Seni 2 yıl sonra izlemeye hevesliydim işte şimdi, ama ‘Sana seni sevdiğimi söylediğim gün, senin bana aşkın bitti.’ Ve şimdi her şey sanki ‘koca bir saçmalık.’

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *