Ayrılığın fazları vardır ve her bir faz kendi yoğun duygularının temasını barındırır. Herkesin ayrılığı aynıdır demek değil bu, ama ayrılık herkes için bir süreçtir. Bu süreçte her şey mübahtır: tükürdüğümüzü yalamalar, istemem yan cebime koymalar ve elimi sallasam ellisidirler.
Burada tabi ki “çirkin” ayrılıklardan bahsetmiyorum. Yalanın gırla olduğu, sevgilinin ayıplı olduğu durumları dışarıda tutuyorum. Çünkü bu ayrılıklar, üzerine konuşmaya değmeyecek kadar çirkindir.
Eğer ayrılık her şeye rağmen (söylenmiş/hissettirilmiş sevgi sözcükleri ve güzel anılara rağmen) kaçınılmaz olmuşsa, işte size ayrılığın genellenmiş fazları:
1. Haklılık: Her ayrılık bir haklılıkla başlar. Konunun ne olduğundan bağımsız, ya da hak söz konusu olsun olmasın, ayrılan da terk edilen de haklıdır. Bu faz suçlama ile karıştırılabilir ama bu sadece bir semptomdur. Suçlayan da suçlanan da ayrılığa kılıf bulma çabasındadır, çünkü kabullenmek ağır gelir. Bazen sadece kendin olmak, ayrılığın sebebi olabilir. Ki genelde, meselenin kökünde bir kendini değiştirmek istemeyen ve bir de kendisini değiştirmeye zorlanan vardır. Sonuç olarak, değişmeyen haksız ithaf edilir ve sorumluluk bu ‘haksız’a yıkılır.
2. “İçimde çiçekler açıyor”: Ayrılığın sebebinin, ayrılığın kendisinin ortadan kalmasıyla birlikte, heyhula gibi çöken varlığı da son bulmuştur. Kırılan zincirler, sizi her zamankinden daha özgür hissettirir. Boş zamanların artışı bazen yaprak dökümü hissi verse de, ilişkinin içinde değişmeye zorlanan ya da değişmesi beklenen kişiler, bu dış mihrakın ortadan kalkmasıyla kaçınılmaz olarak rahatlar ve bildiği/tanıdığı kendi formuna kolayca dönüş yapar. Bilinen kolaydır ve bir ‘oh be!’ çektirir.
3. Hüzün: Liselerde öğretilen hareketin korunumu yasasının romatik ilişkideki tezahürüdür bu duygu. Devinim son bulmuştur ve devinecek bir ortam da kalmamıştır. Hareket, yani ilişki, biter ve durağanlığın ilk şoku hüzündür. Pasif bir duygudur. Arkadaş gruplarından gelen bir iki bildirim bile, beklemeseniz de, yine de ‘olur ya, belki de..’ duygusal heyecanların hayal kırıklığına dönmesine sebep olur. Her şey acıtır, her şey incinmek için yeterince yüklü bir bahane sunar. Hele ki hüzün fazı, kadınların regl dönemlerine geldi mi, vah ki ne vah.. Karanlık bir faz bu.
4. Özlem: Hüzünün pasif ağırlığı aktif bir sancıya dönüşür. Bunun adı özlemdir. Eskiyi istemek değildir ama, eskinin biçim değişitirebileceğine olan inançla geleceğin dönüşebileceğine dair bir umut taşır. Burada kilit nokta, özlem aktif bir histir ve aksiyona gebedir. Birçokları bu fazda eski sevgilinin profilini ziyaret eder ya da sarhoş olup ‘özledim..’ bile diyebilir. Benim de geçmişim bu konuda hiç temiz değil..
5. İlüzyon: Sorgulamalar başlar. Başka şekilde olabilirdiler, aslında o kadar da fena değildiler hatıraları bulandırır ve ayrılığın gerekçelerini silikleştirip mutlu zamanların derlendiği bir ilüzyon betimler. Özlem fazında peydahlanan umut, bu fazda ‘neden olmasın?’ a dönüşür. 1. maddedeki haklılık burada artık ortadan kalkar. Haklı ya da haksız olmak önem teşkil etmez. Sarsıcı olan, ‘başka türlü olabilirdi’ ihtimallerinin zihinlerde alternatif senaryolar üretmesidir. Yine de, ilüzyonun en büyüğü, eski sevgiliniz Kanuni de, siz de son kalan kale, teslim alınamayan Viyana’ymışsınız sanrısıdır. Sanki siz teslim olursanız, vazgeçerseniz; her şey güllük gülistan olur yanılgısı.. Bu şizofrenik duruma, küçük dağları ben yarattım tribi ismini veriyorum. Unutmayın ki ayrılık kararını siz dahi vermiş olsanız, ayrılık eski sevgiliniz için de yaşanmaktadır ve köprünün altından çoktan sular geçmiştir. Kendini dev aynasında görmenin zihinsel yükü ve duygusal iniş çıkışlarla birlikte, nihayet, yorgunluk başlar.
6. Yorgunluk: Zihin başka telden çalar, duygular başka. Uyuşmazlık, hayal kırıklıkları ve mutlu zamanların sürtüşmesi; gelecek projeksiyonları ile atıl geçen ayrılıklı günler arasında yaşanır ve huzursuzluk vuku bulur. Tüm bu duygusal dalgalanmalar, düşünme eyleminden imtina etmeye ve günün sonunda da mutlak bir boşvermişliğe evrilir. Onu arayıp ‘özledim..’ demek bir seçenek olarak kenarda hep durur ama ne bunu ifade etmeye ne de gelecek cevabı duymaya mecal kalmıştır. ‘Zaten eğer isteseydi, o arardı beni..’ şeklinde nafile bir hedef şaşırtma çabası da yorgunluğu pekiştirebilir. Ama kendinizi kurbanlaştırmaya hiç gerek yok. Her ilişki başlarken de biterken de yorucudur.
7. Kabullenme: Olan olmuştur, olmayan olmamıştır totolojisi tüm karmaşalardan basit bir çıkış sunar. Bu çıkış, ‘neyse ne’ye indirgenir ve kabullenme gönülsüzce gelir. Herhangi bir şey kabullenilebilir. Örneğin, sevilmediğinizi de kabullenebilirsiniz, ki bu çoğu zaman doğrudur. En azından ‘yeterince’ sevilmemiş olabilirsiniz. Peki, siz yeterince sevdiniz mi? Neyse ne! Sevdik işte. Bundan aşk acısı çekiyoruz ya. Burası bir kördüğüm ve kabullenmek tek çare. Çaresizlikten dolayı vazgeçiş başlar.
8. Tek gözü açık bekleme. Kabullenme zihinde başlar, vazgeçiş aktiftir ama hormanlar henüz stabilize olmamıştır. Bu yüzden, istemem yan cebime koy şeklinde, ilişkinin bittiğine ikna olunsa da, beklenmedik(!) bir durum olursa diye ‘bakarız’, gönül kapısını aralık bırakmıştır. Bu faz biraz kurnazdır. Olur da beklenmedik olursa, dünün sümsük ve kalbi kırık aşkzedesi, bugünün kırmızı görmüş boğasına dönüşüp efelenebilir. Bu faz aslında, ilişkiye tutunduran son daldır ve kopması an meselesidir. Bir nevi ‘saksı değilim’ tribi de taşır. Hala önemli olduğunuzu bilmek, hala değerinizin anlaşıldığına inanmak için son bir umut taşır.
9. Zaman: Klişe ama gerçek: Zaman her şeyin ilacı. Zamanla hormonlar oturur ve yoksunluk hissi dağılır. Yoksunluğun giderilmesiyle, gelecek temizlenir ve ilişkiden tamamen kopuş yaşanır. Gelecek tahayyülünüz olmayan bir ilişki, geçmişe gömülmeye mahkumdur ve öyle de olur.
Zaman herkeste ve yaşananların ağırlığına göre herkeste farklılık gösterir. Eğer pişmanlık kaldıysa, eğer özsaygınız incindiyse, o zaman aylar birbirini kovalayabilir. Yine de önerim, çok düşünmeyin, kabullenin ve he diyip geçin.
