Dükkanın önünden hergün binlerce insan geçiyordu. Öyle herkesin yolu düşmez Kuruçeşme’ye. Genelde zenginlerin yolu düşerdi dükkana, onlar da benim gibilere pek bakmazdı. Bayağıdır bu rafta bekliyordum. Hiyerarşi bizim raflar arasında da vardı. En üst raflarda boyu uzun alıcılar için değil zenginler ve hayatına değer verenler için olan bir seri hüküm sürüyordu. İktidarları sallantıdaydı, sık sık aralarından ayrılanlar ve yeniden aralarına katılanlar olurdu. İhanet de cabasıydı. Bir gün önce yoldaşlıktan bahsedenler diğer gün bakımlı kafaları korumak için yola koyuluyordu. Tercih edilmememizin acısını bir de üst katların üzerimize salınan tozları pekiştiriyordu. Bizse, alt raflardakiler, fiyat yelpazesini geniş tutmanın bir aracıydık. Benim gibilerse, yüzüne talih kuşu bir türlü gülmemiş ve burayı kabri bellemişlerse, hiyerarşi kurallarını delip geçerek orta rafa yerleştirilirdi. Manzarası pek fena sayılmazdı, göz ucuyla karşı kıyıya, boğazdan geçen şileplere bakabiliyordum. Yine de tüm kasklar gibi, özgürleşeceğim ve işe yarayacağım günü iple çekiyordum. Boğazı izlemekten de fazlasına susamıştım; sıcacık düşleri tuzlu ve nemli rüzgarından koruduğum ve martılarına selam çaktığım günlerin özlemini çekiyordum.
Bir gün, bir çift geldi. İçlerinde şüphe ve endişe vardı. Hissettiğim şeyin tarifi zor, gülüşlerin gizlediği çaresizlikleri hareketlerine yansımıştı. Seri bir şekilde içeri geldiler ve tereddütsüz çeşitli raflardan birkaç modelin fiyatını sordular. Belli ki yeniydiler burada, hiyerarşimizden haberdar değillerdi. Birkaç denemeden sonra ve de satış temsilcimizin de çabalarıyla, kız beni geçirdi kafasına. İlk kez tattım bu sıcaklığı. Biriyle bir olmak, güven vermek ne güzel duyguymuş.. Kolay kolay bırakamadım onu. Yeni oluşuma verdiler. Zamanla açılır, dediler. Oysa ben ona son güne kadar tutunmayı hiç bırakmadım.
~~ Bu hikaye, sezdiğiniz gibi, acıklı bir hikaye. Kavuşma, aşk, güven ve veda içeriyor. Fakat, hiçbir anından pişman değilim. Değişim her ne kadar ürkütücü olsa da, özgürlüğü taşıyan da değişimin ta kendisi.
Kız ödemeyi yaparken beklemeye tahammülü yoktu. Taksit mi peşin mi?, sorusunda bir süre için durakladı. Kafasını sağa çevirdi, sevdiğine baktı. İç çekerek, 6 taksit lütfen, dedi. Öteki mahcup olmuştu, ilgisiz davrandı.
Dükkandan el ele çıktılar. Kızın boşta kalan elinde de ben vardım. Yavru bir kuş tutar gibi taşıyordu beni, oysa onun içinin, üzerine titrediği kuşun kalp atışları gibi, heyecanla dolduğu belliydi. Sonradan duyduğuma göre, bu ilişkinin önümüzdeki 6 ay teminatıydım.
Eve geldiğimizde, kız birkaç defa okşadı beni. Bedenimi inceledi, ara ara kendisini arar gibi kokumu içine çekti. Birkaç selfie için birlikte poz verdik ve ailelerin içine bir nebze de olsa su serpmeye çalıştık.
Ağır siklet kilit demiri beni çizdiğinde içini kara bir bulut kaplamıştı, onu tanıdığımdan beri ilk kez. Bana bunca değer verip özen gösterirken bir başkasının ihmaline kurban gitmem onda pasif agresif bir sinir yaratmıştı. Yine de, 6 ay.. İçine gömdü. Olan olmuştu.
Bazen kızda bazen oğlanda kalıyordum. Oğlan tarafında karanlık köşede askıda beklediğim bir gün, son sigarasını içip üstünü giyinip çıktı oğlan. Ardında ağır, zehirli bir hava bıraktı. Saatler sonra geldiğinde, göz yaşlarını tutamıyordu. Loş ışığa sığınarak önce bir sigara sardı. Havada çoktandır bekleyen dumana yenisini kattı soluklarından. Etrafa baktı. Gözleri bir şeyleri arıyordu. Belki bir koku ya da sesti. İki gün önce mutlu birisiydi, sahi ne zaman gömülmüştü bu karanlığa. Göz bebekleri büyüdü, aradığı sevgiyi bulmak için.. Kalmamıştı, başlattığı değişimin kurbanıydı. Sigarası bitmeden ayaklandı, askıya yöneldi, ceketini geçirdi üstüne, ama durdu.. Cesareti değildi ona tereddüt ettiren.. Korkaklığı ona koltuğuna kadar eşlik etti. Bitmeyen, tablada bekleyen sigaraya saygısızca yeni bir dal daha sararken oğlan, çöreklendi yüreğine korku. Hep sorulur bu soru ama çok az yanıtlanabilir: Peki şimdi? Ancak bastırdığı göz yaşları bir bir kaymaya başladı yanaklarından oğlanın. Pişmanlık diyorlar sanırım bu yaşlara.
Birkaç gün sonra yeniden özlediğim kokusunu aldım kızın saçlarının. İlişkileri her zamankinden daha abartılı ve temkinliydi. Yitirdiklerinin yerini alelacele doldurmaya çalışıyorlardı beceriksizce. 6 aylık anlaşmaları bir defa bozulmuştu, kız beni bir daha hiç bırakmadı. Gabriel Garcia’nın Kırmızı Pazartesi romanında nasıl bilinen sonu bekliyorsa okuyucu, ben de onları izledim.
Kız eve geldi bir akşamüstü. Yatağına yöneldi, yorgundu. Duyguları ayağına pranga olmuştu, sırtı kamburlaşmış ve gözleri şişmişti. Sık sık gülmekten kısılan gözleri, önümüzdeki üç gün boyunca sevgi denilen yaşları kusmak için kısıldı defalarca. Bir daha hiç geçirmedi beni başına.
Aradan çok geçmedi. Taksitim bitmeden ufak tefek bir oğlana satıldım. Umut yüklenerek başladığım bu yolda kurtulunmak istenen bir imgeye dönüşmüştüm. Yine de kolay olmadı benden ayrılışı. Kılıfımı her çıkardığında okşadı beni, son dakikalarımızda sımsıkı sardı beni. Ayrılmadan hemen önce, anlamsız birkaç söz geveledi, onu çok sevdim filan dedi. Beni mi kastediyordu emin değilim. Ona iyi bakın, umarım size güvende hissettirir, diye ekledi ve ellerinden bırakıverdi beni. Teninden koparken, önce avuçları sonra parmakları hafifledi. Gözyaşları tükenmişti şimdiye kadar, yine de birkaç damla süzülseydi eğer, pişmanlık olmazdı adı, huzurlu bir vedaydı basitçe. Beni bıraktı, değişimi kucakladı ve yollarımızı ayırdı.
Aralık, 2019