İşin aslı neydi acaba? İç sesim bana bu konuda fazla düşünmeyip zihnimi daha kıymetli konularla meşgul etmemi öğütlese de boğaz akıntısına rağmen olduğu yerde salınan üçgen biçimli beyaz inşaat atığının gizemi içimdeki kuşkucuyu derinden yakalamıştı. Boğazda çift ve ters akıntı vardı, girdaplar oluştururdu bu akıntılar hisar sahilinde, aşiyan sahilinde ve hatta Bebek’e kadar yer yer. Kırık bir aynayı bile kıskandıracak kadar narin ve marifetli bir şekilde kırardı gün ışığını bu girdaplar. Muhtemeldir ki, sarhoş bir karınca işgüzar bir köpeğin pek de çabalamasına gerek kalmadan beyaz inşaat atığına binmiş ve yine aynı köpeğin çirkin şakasının kurbanı olarak, boğazın yağlı ve denizanalı denizinde ayılmıştı. Karıncanın kaderi miydi beyaz karınca yatında ileri geri salınmak, ve gidememek başka sahillere, ve çıkamamak da aynı sahile. İşin aslı neydi acaba?
Bir denizanası karınca yatının salındığı suları kendine mesken bellemişti son birkaç gündür. Yuvarlak şişkince gövdesi belki de civardaki en büyük denizanası yapıyordu onu. Öte yandan sararmış dokunaçları ise bile isteye kendini katran ve nikotinle zehirleyenlerin göz alıcı parlaklıktaki dişlerine benziyordu. Her ileri geri hareketinde gülümseyip somurtan bir tiryakiyi anımsatıyordu, işin aslı, öyleydi de zaten. Denizden çaldıkları balıklar yetmezmiş gibi bir de sigaralarıyla denizi zehirleyen balıkçıların oltalarından ustaca kurtulmayı bu meret uğruna öğrenmişti. Yeni söndürülmüş mahsül en iyisiydi ama günlerdir suyun üzerinde tam tekmil hareket eden izmaritlere de tav oluyordu. Dokunaçlarıyla uzanır, bir bir izmaritleri yakalar ve kibarca ama gizleyemediği bir açlıkla içerdi izmaritin nesi kalmışsa artık. Denizanasının kaderi miydi beyaz karınca yatının berisinde ileri geri salınmak, ve kopamamak biriken izmaritlerden, ve ayrılsa da bu sahilden yine de vazgeçememek tiryakiliğinden. İşin aslı neydi acaba?
Bir köpek engellenmişti Aşiyan sahilinde keli çıkmış çimenliği geçmeye çalışırken. Sırtını, diriliş gününü heyecanla bekleyen ölülere dayamış ve tiryaki denizanası ile karınca yatının ritmik dansından neredeyse hipnoz olmuşken, önünden geçip giden bakımlı ev köpeğinin peşine takılıverdi bir anda. Yüreği hop hop, sağ arka ayağı hop hop, ağır aksak ama yine de gümbür gümbür takip etti kibirli güzeli ta ki durdurulana kadar. Çirkin ve ince tonlu bir sesle kesildi yolu. Boyutlar arası bir kapı açılmıştı adeta, ötesi kara delik burası ise aynı cehennem. Aksak sağ arka ayağının acısını kalbine gömmüş köpek, kalan üç ayağından birini de feda edebilirdi. İki aksak ayakla bedeninin ahengini göz önünde bulundurarak boyutlar arası tuzağa sol ön patisiyle cesurca saldırdı. Yine de fayda etmedi. İkinci defa daha aynı sesin aynı etkiyi yarattığını görünce çakıldı kaldı yerinde. Cengaver köpeğin kaderi miydi ölülere rezil olmak ve sonuna kadar gidememek, sevdiği önünde salına salına misk kokuları saçarken etrafa yeterince gözü kör olamamak? İşin aslı neydi acaba?
Ve tüm bu dramalar yaşanırken ben oradan geçiyordum. Yılların kinini kusmak istercesine dövüyordu dalgalar dolgu sahilleri. Hafta içi stresini denizin masum havarilerinden çıkarırcasına sallıyordu oltaları balıkçılar. Güneş zengin kalkışı yapmaya hazır, belli belirsiz duruyordu sis bulutunun ardında. Ve tüm bu dramalar yaşanırken ben, işin aslı, sadece oradan geçiyordum.
6 Ocak 2020, Bebek