Kandilli: İstanbul İlhamı

Araladım cam kapıyı, geçtim. Bitmemişti, bir kapı daha geçtim. Dışarı çıkmak için üçüncü bir kapı daha geçmem gerekiyordu, yılmanın sırası değildi, onu da geçtim. Sonunda, yeni taşındığım binadan çıkıp Kandilli’nin tepelerinde kaybolmaya hazırdım.

Feri kaçmış yaşlı sarı yaprakların altın yolu, puslu havayı yarıp geçiyordu gri asfalta rağmen. Boğazdan esen, fersah fersah ötelerin rüzgarı, bilmediğim toprak ve deniz kokusunu taşıyordu beraberinde.
Sarı çiğdemler sonbahar gelinleri gibi.. Giyinip kuşanmış, karın yağışını beklemeye başlamışlardı bile. Heyecanlı köpek, kuyruğunun kısalığına aldırmadan totosunun üstünde girdaplar oluşturmakla meşgulken, roller coaster’a zorla girmiş olan pireleri, eminim, endişeliydiler.

Birden aradığım, sabırsızca beklediğim ses duyuldu işte: doğanın perküsyonunun tınısı. Yüzlerce ağacın, onlarca kuşun ve dolu dolu bir rüzgarın ortak sesi: hışırtı..

Merakla ilerledim yoluma hışırtı eşliğinde. İleride bir bank vardı, tek başına. Üzerine düşen tek tük güneş kırıntılarıyla yer yer parlayan, kıtalar arasında ilerleyen bir yılandı adeta Boğaz. Güneşin karnını doyuramadığı köprü, sisin arkasında belli belirsizdi. Yine de yanıp sönen kırmızı ve beyaz ışıkları onu oynadığı bu saklambaçta ele veriyordu.

Kandilli ilginç yer, İstanbul’un ilham perisi. Doyumsuz bir açlık uyandırıyor yüreğimde. İstanbul ışıl ışıl. Bu kenti öyle bir yaşamalı, öyle bir yaşamalı ki!.. Çiçeklerini koklayarak, suyuna ayak sokarak hatta yüzerek, dik sokaklarında yuvarlanarak yaşamalı… Yapraklarının ritmine ince bir ıslıkla meydan okumalı, merdivenlerini ine çıka basen oluşturmalı… Vapura binmeli, Orhan Veli’yi düşünmeli… Tramvay’la Çemberlitaş’a çıkıp Sultanahmet Köfteci’sinde köfte yemeli… Bu kenti öyle yaşamalı ki, başka yerlerde yapamadıklarınla değil, burada yapmayı istediklerinle.

One thought on “Kandilli: İstanbul İlhamı”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *