Haliç’in altın sularında gümüşi balıklar gezer. Gözlerinin karası, ışıl ışıl kentin, yedi tepesini de hapseder. Soysuzlar ve soyguncular, bellerinde şıngır şıngır keselerle sokaklara gölgelerini bırakmaya başlar. Arsız çocuklar dışarıda yalnız, uslular çoktan sofrada, mızmızlık yapar.
Bütün şarkılar aşkı anlatır. Şişhane’de başlar yolculuk, aşağıda, parayı buldu mu ne sevda kalır ne de onu anlatan sözler. Zalimler zulmeder, aşıklar anca dağları aşmanın peşinde. Aşk bu kente uğramamıştır; yosma orospuların bacak aralarında, bedeni erken erginleşen cahil kalplerin cambazlıklarında var sanılır. Sinekler bile en yakın sokak lambasını tavafta, dinden çıkmış mecnunlardır. Gün ağardı mı, ne aşk kalır geriye ne de aşka açılmış ruhlar. İkisi de pılını pırtını toplar Boğaz’a gömülürler. Belki kentli yunuslara denk gelirlerse eğer, Karadeniz’i hırçınlaştırmaya giderler. Aşkın ardında geride yalnızca nefret kalır ve nefrettir fırtınanın sebebi.
Bütün yoldan çıkmışlar bu kenttedir. Toplu ulaşımın aktarmalarında, beyaz ışığın aydınlattığı yorgun ve memnuniyetsiz suratlarıyla tanınırlar. Kente huzursuzluk, Zincirlikuyu’dan taksim edilir. Bir kutu biraya düşmandır, yanında midye zinhar, günahtır.
Çiçek meyhanede yarenler buluşur; her buluşma sonrası hüsrandır. Çiş kokulu ara sokaklarda eve dönüş başlar, kalabalıktan yalnızlığa kaçış bir yanılsamadır. Karanlık evi aydınlattığı için öneme hasıl olduğunu sananlar, meşk akşamlarının serabıyla alkole dadanır. Ertesi gün harap, ertesi gün baş ağrısı ve ertesi gün ‘Allah belasını versin’dir bir ömürde biriken yılların.
Mevsimler tek düzeliği bozmaya niyet eder. Bir güldürür bir ağlatırlar koca çınarları. Ancak Nazım onları bir başka, güzel görür. O da yaban ellerde ölmüştür. Bu kent hayırsız, defeder sevdalılarını.
zamansızlığını sevdiğim