Çam ağaçlarının yollarını koruduğu gözlerden uzak diyarlarda,
Okyanus dalgalarının dövdüğü kumsallarda,
Kum tepelerinin sazlıklara uzanan yamaçlarında,
Ölüme gönderilmişlerin çaresiz sığınaklarının arasında,
Rüzgarın dalga geçtiği mütevazı bir şemsiyenin ardında,
Bulutların haşlanıp pembeleştiği bir yaz akşamında,
Adem’den de açgözlü sokuldum koynuna.
Biçilmemiş tüylerinin basit bir kumaş altına gizlendiği diyarda,
Rüzgarla salınan saçlarının büklüm büklüm döküldüğü kumsalda,
Tepelerinde iki meraklı ucun yükseldiği yamaçlarda,
Yalnızca ayrıcalıklıların keşfedebildiği galerilerin arasında,
Ellerimin tatlı tatlı alay ettiği kibar dudaklarının ardında,
Gökyüzünden de pembe olduğun bir yaz akşamında,
Adem’den de aç, uzandım sofrana.
Karpuzu ikiye böldüm, beyaz çekirdekleri vardı.
Kıpkırmızı ve dolgun etinden bir ısırık aldım.
Şerbet gibi suyu dudaklarıma ve yanaklarıma dahi bulaştı.
Bir ısırık daha.. Bir ısırık.. Doymak nedir bilmeden, yedim.
Deniz tuzu bulaşmıştı iki salkım üzüme.
Bir birinden, bir diğerinden, ufak ufak tadına baktım.
İri iri üzümleri dudaklarımla sıkıştırıp kırdım,
Dilimde tuzlu kekremsi bir şarap tadı.. Sarhoş oldum.
Üzerine yapışmış kum taneleriyle ışıldıyordu şeftali.
Kadife gibi tüylerinin altında yumuşaktı, okşadım.
Parmaklarımın arasından yapış yapış, birkaç damla belirdi.
Rengi gibi turuncu bir koku yayıldı. Mest oldum.
Senin bile bilmediğin diyarların,
Bakir ve yalın kumsalların,
Parmaklarımın alaşağı ettiği yamaçların,
Gizlenemediğin sığınıkların,
Kıvrımlarının belirginleştiği yaz akşamlarının
Tanıklığında, birer birer baktım meyvelerin tadına.
Meyveler
