Mercan

*Dostlarla Beş Çayı’nın tutkulu konuğu, ‘Gülümseyen Kız’. Duygulardan duygulara savruluşuna katılalım..*

Bir değil, bir sürü çift kollar arasında danslarım hep onun yakınlarında sürerken, gözlerim, kulaklarım ondaydı hep. Mıknatıs gibi çekiyordu bedenimi, ilgimi. Hiç oralı davranmadım, diğerleriyle danslarımda mutluydum, ama o dayanamadı ve sonunda bana da geldi. Bana elini uzattığı an duyduğum bela çanları, dansımızla birlikte herkesin kulaklarına gitmiş miydi? 1 dans… 2. dans… 3. dans. Beni bırakmamak için reddettiği teklifler yüzümü kızartıyordu, ama dansım musmutluluğumu saklamadı hiç. Boynunun hemen altındaki elimi hafifçe yukarı kaydırmamak için kastığım kolumu dönüşlerimde kendi saçlarıma dokundurarak doyurdum açlığımı. Kendisine sıkı sıkı sarılmama olan ihtiyacını, dengemi zorlayan hareketlerle karşıladı. Her başım döndüğünde omuzlarına sardığım kollarım, denge arayışında beni dinlemeden gövdelerimizi iç içe sokacakmışcasına sıkıyordu bedenini. Belimdeki kolu, alternatif hareketleri yaptırmak için bir sırtıma çıkıp bir aşağılara inerken, sol kolunda dolaşan ellerim onu da heyecanlandırıyordu. Sertleştiğini hissettim, ıslaklığımı hissedemedi.  Dansımı serbest bıraktığı her an saçmalayarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım, ama işe yaramadı. Her adımım, her dalgam yüzündeki gülümsemeyi büyüttü, ışıltılı ormanlarda kaybolmamak için bakışlarımı kaçırdım. Yakın tutuşta neyse ki birbirimizi görmüyorduk, yoksa ateşinden hiç kaçamazdım. Yüzünü yüzüme yapıştırırcasına yanağını bastırması, benim de içimdeki kıvılcımı besliyordu. Burunlarımız birbirine sürterken hissettiğim sakallarının arasındaki dudaklarına yapışmam için elinden geleni yapıyordu. Dönüşlerde beni tutup da tam gözlerimin içine baktığı bir anlık duruşlarını gülüşlerimle savurdum, kendisine kapılmayacaktım, bana olan ilgisi sadece bir komedi şovu olmalıydı. Ama pamuk ellerini hiç bırakmak istemeyişimi zor bastırıyordum. O dönerken belinde kaydırdığım elim, dokunduğudan memnundu çok. Her dönüşünde biraz yukarıya taşıdım kaydırmalarımı, gecenin sonunda, artık üst bedenini ezberlemiş gibiydim. Sonsuz danslarımızın arasında, sert ve hızlı, yangınlarımızdan kaçırılmışçasına gelip gidiveren öpüşünde yanağıma değen dudakları, sakalı, ne kadar yumuşaktı!

Çıkışta bir sohbet paylaşmak için içtiğimiz Gin Fizz’ler, gerçekleri masaya döktü. İkimizin de sevgilisi olması, bu elmayı daha da parlatmıştı. Biraz danstan, biraz hayatlarımızdan konuştuk. Düzenlerden, işten güçten, şehirlerden, kendimizden… Elini bacağıma koydu, gecenin başından beri tuttuğu içgüdülerini artık tutamayıp sıktı, – bu güne dek duyduğum en seksi – hafif hırıltılı ve inleyerek iç çekişine nefesimi tutarak karşılık verdim. Sanki havada oksijen kalmamıştı. İçim titrerken, müthiş bir soğukkanlılıkla elimi elinin üstüne koydum ve tutup kendisine iade ettim. Özür diledi, sertleştiği için de. Sorun değildi, tek başına değildi suçluluk havuzunda. Konuşmamıza gerek kalmadı daha fazla, hareket etmemize bile. Tebessümlerimizin ardına saklanan bakışlarımız, her şeyi anlatıyordu. Birbirimizi ne kadar istediğimizi, nasıl zor durduğumuzu, nasıl birbirimize doyamadığımızı her bakan anlayabilirdi. Hayalimdeki haliyle oturduğumuz bankın etrafını saran dumanlardan görebilirlerse tabi… Ama oradan kaçmalıydık. Biraz daha dans kimseyi incitmezdi, değil mi? 

Barın ortasında, etrafımızdaki küçük kalabalığa sergilediğimiz şovlara alkışlar ve ıslıklar alırken, utancımızdan birbirimize sarıldık. O barda, saçma sapan bir müzikle, bir grup sarhoşun ortasında, birbirimizin olmak isteyen bedenlerimiz bir saniye bile teması bırakmadı. Birbirimizden kaçmak için, birbirimizden güç alıyorduk. Ben kaçtım, o kovaladı, o pes etti, ben dans ettim. Biraz daha orada kalsaydık, oracıkta birbirimizin olacaktık. Kalmadık, olmadık.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *