Balonun macerası

Üretildiğimden beri hep bu güne hazırlandım. Benim gibi bu saydam dünyaya sıkışmış kader mahkumu arkadaşlarıma göre daha şanslıydım. Bazılarımız ışıksız ve sıkışık şuncacık alana hapsolmuşken, benim konumum nispeten iyiydi. En öndeydim mesela. Etrafı görebiliyordum. Her gün onlarca insan geçiyordu reyonun önünden ama çok azı durup da renklerimizi inceliyordu. Özellikle indirim günlerinde, bizi daha fark edilir ve çekici yapan bir kırmızı etiket yapıştırırlardı. O zamanlarda, yüzlerinde bir gülümsemeyle yaklaşırdı çoğu kişi. Bazı kararsızlar da, önce bir alıp sonra bambaşka bir yere bırakırdı bizi. Böylelikle, koskoca marketi hop oraya hop buraya tavaf ettiğimiz de olurdu arada.

İstanbul’un serin ve ferah günlerinden biriydi. Bir öğlen arkadaşlarımla ilk kez marketin dışına bir seyahate çıktık. Tahmin edebildiğimiz ama yakınlığını henüz kestiremediğimiz gelecekte ergenliğimiz, yetişkinliğimiz, yaşlılığımız ve ölümümüz vardı. Ölümünün ne şekilde ve nasıl olacağını bildiğiniz bir hayat için heyecan duyabilir misiniz siz? Beklemek öyle sıkıcıydı ki, hayata susamıştık resmen. Bir an önce büyümek istiyorduk, sonunda yaşlılık olsa da. Tabi bunun bir çeşit talih olduğunu da hepimiz zaten biliyorduk. Belki de Büyük İskender gibi en güçlü olduğumuz zamanda, bir diken ucuyla ölecektik belki de büyürken kabımıza sığamayıp zamanın akmadığı uzaklara savrulacaktık.

Yeşiller içinde bir yerde bizi poşetten çıkarıp masaya koydular. Bir kadın sesiydi duyduğum:
– Şunları şişirmeye başlasanıza! Sonra ağaca asarız.
– Tamam. … huhffff huffff.. … … bam! Hay senin… Patladı ya!
– Tamam, tamam, sorun değil, daha çok var..

Sanki çokluğumuz kimliklerimizi sıradanlaştırıyor..Sanki çokluğumuz kaybı önemsizleştiriyor.. Küstahca laflar eden cadaloz işine geri döndü ama biz sarsılmıştık. Hepimiz kalitemizle ilgili şüpheye düşmüştük, hemen hemen hepimiz plastiğini oraya buraya çekiştirip kalitesini anlamaya çalıştı ama anlamak neredeyse imkansızdı. Daha kaybımızın yasını tutamamışken, genç erkeğin dudaklarına doğru yolculuğa çıkan ikinci şehvet yoksunu kader kardeşim tiksinerek paketi terk etti. Fikirlerinin önce bedenine büyük, sonra da küçük geldiği çocukluk ve ergenlik dönemini saniye saniye izledik. Sağlıklı bir yetişkin olduğunda tepesine bir düğüm atıldı ve uzunca bir ipe bağlandı. Ölümü şimdilik atlatabilmişti ama nasıl olacağının gizemi mutlaktı. Endişeli birisiydi ve bu düşünceler onu havada tir tir titretmeye başlamıştı.

Paketimizin nüfusu her dakika azalıyor ve dışarıdaki bir hayatta kolonimiz büyüyordu. Sıra bana geldiğinde, düşük kaliteden bir, şişirilirken çıldırma sebebiyle iki ve sert cisim çarpmasından dolayı da bir zayiat vardı. Yine de göğsümü gere gere dudaklara yollandım. Saçma bir gurur yapışmıştı sanki üzerime. Göğsümü gersem ne germesem ne, değil mi ama?! Hayatım her saniye değişti. Bedenim, düşüncelerim, kimliğim.. An be an değişiyor ve büyüyordum. Sonunda ölüm olsa da, yetişkin olmak hatta yaşlı olmak da ne güzelmiş. Yeşil daha belirgin, ağaçlar daha net, ortamdaki koşturmaca daha apaçıktı artık. Bazılarının aksine ben olduğum kişiden memnundum ve korkmuyordum. Beni böyle usulca salındıran korkularım değil Boğaz’dan esen ılık bir meltemdi. Sonbahar olmalıydı mevsim, ağaçlar sararmış yapraklarını hışır hışır kavuşturup toprağa yolcu ediyordu. Sincaplar acele içinde palamutlara üşüşmüşlerdi. İleriden yanlarında kendilerinden daha az sayıda yetişkinler eşliğinde parıl parıl bir grup çocuk geliyordu.

Çocukların gelişiyle parti başladı. Yapmam gereken tek şey, benden beklenen tek bir şey vardı. Öylece durmak. Kolilerde, süpermarketlerde aylarca beklememişim gibi, şimdi benden bir de burada beklememi istiyorlardı! Evet, meltem güzeldi, açık hava filan da hoş, anlıyorum tabii ki, neyime yetmiyor, değil mi? Ama beni anladığınızı sanmıyorum. Ve kendimi açıklamak için uğraşmayacağım. Yine de bilmenizi isterim, zaten bekleyenlere beklemelerini söyleyen beklenmedik çıkışlar ancak umursamazlıktır ve umursamadığınız benim için bir yargıya varmanız da çelişkili bir davranıştır. Yine de sabırla bekledim. Havanın kararmasına yakın, beyaz rengimin göze görünürlüğü azalmıştı. Yağmur geliyordu ve onu taşıyan rüzgarlardan faydalanmayı planladım ve kaçışımı kurguladım. Akşamdan beri salına salına ipe bağlandığım düğümü gevşetmiştim. Üçüncü sert esen rüzgarda ileriye doğru hamle yapacak ve ipten kurtulacaktım. Hava da kararmaya başladığı için acele acele etrafı ve eşyaları toplayan aileden kimse, ipte eksilmiş olan bir beyaz balonu, yani beni yokuştan paldır küldür inerken fark etmeyecekti. İşler planladığım gibi de gitti.

Gece yağan hafif yağmur savrulmamı engelleyecek kadar ağır ağır indi üzerime. Ağaçlar, rüzgara teslim ettikleri yapraklarını üzerime siper olmaya gönderdi. Sabah ise bulutlu gökyüzü kirlenmiş beyaz tenimi korudu sert ışınlardan korudu. Üzerimde tek bir çalı yaprağı kalmıştı.. Sonra birden bire birisinin beni kaldırdığını fark ettim.

Yüzünde çok mutlu bir ifade vardı. Onu bu kadar sevindiren neydi ki? O sırada banktaki çekirgeyi de gördü. Gülümsemesi daha da büyüdü. Telefonunu çıkarıp ikimizle de selfie çekmeye başladı. Bu saçma tavırlarına bir türlü anlam veremiyordum. Aslına bakarsanız, şu an bile, anladığımı düşünmüyorum. Ama anlamanın zaten önemli olduğunu düşünmüyorum. Sebep olduğum şeyi izlemek ve hatta hatırlamak bile beni oldukça neşelendiriyor. Evet, neden bilmiyorum, ama onu mutlu ettiğim bir gerçekti. Çekirgeye veda ettikten sonra birlikte büfeye gittik. Kendisine bir kahve bana da bir lastik aldı. En sevdiğim ağacın yere uğurladığı nemli bir dala bağladı beni lastikle. Kafeden çıkıp yürümeye başladık. Hava serin ve ferahtı. Kuşlar, ağaçlar, ördekler ve ufak şelaleler.. Güzel bir sabahtı ve bir türlü anlam veremediğim saçma bir şey olmuştu: gülümsemiştim.

Onunla olmanın bir büyüsü vardı sanki. Bütün gecenin kiri ve pisliği üzerimden düşmüş, ve tenim yeniden bembeyaz gibiydi. Asılı olduğum nemli ağaç dalı bir çeşit iletişim kanalı gibiydi. Dal aracılığıyla yapabildiğim tek hareket olan savrulma ekstra boyut kazanmıştı. Üzerime yapışan çalı yaprağı ise saçıma taktığım bir toka gibiydi. Sabah kadar güzel güzel hissediyordum.

Önümüzden geçen ve konuşmayı bile henüz bilmeyen küçük bir kız önce onunla göz göze geldi ve gülümsedi, sonra beni gördü ve ileri atıldı. Küçük kızın muzip bakışları onu, birazdan vereceği karar için ikna etmişti. Beni ancak böyle birisine teslim edebilirdi: samimi ve neşeli. Sopamın ucunu tuttu ve küçük kıza verdi. Yukarıda bahsettiğim ve anlayamadığım mutluluğu bu küçük kızda da gördüm. İçim rahatladı. Bu çocuk da büyülüydü, yaşadığım onca şeyden sonra, hayat birden çok hafif ve keyifli hissettirdi.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *