Bir başkası

Bugün bir başkasıyım. Çıkardım gözlerimi, bir çift güzel ela göz seçtim kendime Beşiktaş Balık pazarının civarında mantar gibi türemiş gözcülerin en pasaklı duranından. Olur da göz yuvalarım iltihap kaparsa, tazminat davası açar, krallar gibi yaşarım ömrümün kalan şu sayılı günlerinde. Karaciğerim de benim değil zaten, onu da bir domuzdan aldım. Karaciğer piyasasında, albino domuzlar rağbet görmediği için ucuza kapattım karaciğer işini. Buna karşılık, kırmızı şaraptan vazgeçmem gerekti. Neyse ki beyaz şaraplar da yeterince leziz ve, daha iyisi, öyle çok da pahalı değil (Sava sağ olsun, premium şarap bile içebiliyorum ucuza.) Organlarım söz konusu olduğunda, parazit yaşam tarzını kendime ideal buluyorum. Bu dünyanın parazitleri insanların paraziti bir insan olarak, insanlığın günahlarını tek başına, kısasa kısas usulüne göre omuzlarına yüklemiş bir kahramanım. Buna karşın, veganlara çok saygı duymama rağmen, kaymaktan bir türlü vazgeçemiyorum. İşte, yeni ela gözlerimle ilk iş, yakındaki tarihi mandıra 1991’den 200 gram manda kaymağı almaya gittim. Sözüm söz demiştim, eğer zengin olursam, yemek pişirirken tereyağ yerine kaymak koyacağım. Muhtemelen bu mikroplu gözler sayesinde yakında dava zengini olacağım. Kaymak evde hazır bulunsun.

Kaymağı eve bıraktıktan sonra, Boğaz’a yürüyüp vapurla karşıya geçtim. Şanslıydım, Eminönü vapuru ben karaya indiğim sırada yolcu almaya başlamıştı. Hop bir vapur yolculuğu daha, dosdoğru Balat’a. Balat’ta bir kuaförü önerdiler, radikal değişimler yapmaktan çekinmezmiş. 20 yıllık kuaförüme saçlarımı kısacık kes dediğim gün saçlarım rapunzelin rekorunu alt üst edecek kadar uzundu. Hem de o doğal kaynak saçları taze gömülmüş bir ölüden kestiği için de neredeyse bedavaya getirmiştim (Zincirlikuyu otobüs(git-gel) + servis ücreti (50 tl). Uzun saçlı olmak farklı bir deneyimdi tabi, saçlarım ve ben iki ayrı kişi olarak yaşadık hayatı bir süre. Zaten parazit olarak sürdüğüm bu hayatta bir partner edinmek beni çok zorladığı için uzun müzakereler sonucu kuaförüm saçlarımın ucundan aldı bir parmak boy kadar. Neyse ki obsesif kuaförüm saçları ucundan alma konusunda çok titizdi ve her zaman yanındaki metre ile ölçerek işini yapardı. Ve bu sebeplerden dolayı, 20 yıllık kuaförümden beni bir başkası yapmasını isteyemedim. Balat güzel yer hem de; renkli, sarmaşıklı ve bol kafeli. Burada dikkat çekmemek için forforlu kırmızı montumu giymeyi kesinlikle iyi düşünmüştüm. Baharla pekişen sarmaşıkların arkasından, kimseye çaktırmadan kuaföre girmeyi başardım. “Şaşırt beni” dedim. Gerçekten de kuaför şaşırttı beni. 90’lar fotoğraflarına bakmaktan itinayla kaçınan Minik Serçe’ye tebessüm banaysa baygınlık verecek kadar sıkıcı bir küt model denedi kuaför. Sokağa böyle çıkacak olsam, forforlu kırmızı montuma rağmen kesinlikle dikkat çekerdim. “Beni şaşırtmak için bu kadar kolay bir yol denemenize üzüldüm. Oysa sizin methinizi çok duymuştum. İmkansızı başaran bir dahi olduğunuzu söylemişlerdi. Sanırım bugün kötü gününüzdesiniz.” dedim. Gülerken dişlerimi gösterecek kadar özgüvenim olmasa da sesimi gür çıkartabiliyorum neyse ki. Akıllara durgunluk veren, sanki birini boğazlıyorlarmış gibi bir sesin eşlik ettiği bitirici gülüşümü kuaföre, tabii ki de, çok görmedim. Karmaya inanan kuaför, ilahi adaletin başına getireceklerinden korkup tövbe etmek istercesine beni tekrar aynanın karşısındaki koltuklardan birisine aldı. Bir yandan alelacele bir iki boya karıştırdı, diğer yandan da balinaların ağzına benzeyen bir makasla saçlarıma artık olduğu kadar şekil vermeye başladı. Çok geçmeden, saçlarımın çalı çırpı modeliyle Ayşe Kulin’den daha sahici bir evsiz, simli altın rengiyle Yıldız Tilbe’den daha iddialı bir görünümle, Balat’ta acı bir İtalyan espressosu höpürdettim afiyetle.  

Kahvem biter bitmez, Kadıköy’e geçtim. Genelde imansızlar, yoldan çıkmışlar, aykırılar, ne idüğü belirsizler, gamsızlar, lümpenler vb  diye İstanbullular Kadıköy’e gelmiyormuş kol-bacak almaya. Talep az, arz çok olunca da, ekonomi 101, fiyatlar ucuzmuş. Gerçi ucuz malın riskleri de yok değil. Mesela, beğenmedin diyelim aldığın uzuvları. Satıcı ne iade alıyormuş ne de değişim yapıyormuş. Geçen gün internette araştırırken, okuduğum bir yorum beni derinden etkiledi. Takım halinde 2 kol-2 bacak almış. Bacakların ikisi de sol çıkmış. Adam da sağlak olmasın mı, kullanamamış bacakları. Ateş püskürüyordu Kadıköy kol-bacak borsasına. Yine de, burada kollarda bacaklarda genellikle dövmeler olduğu için ( Kanser riski, hali hazırda baskılı vs diye defolu görülüyorlar) piyasa görece ucuz. Açıkçası dövme fiyatları o kadar yükseldi ki son yıllarda, ucuza dövme yaptırmak için kendime şöyle güzel, ince parmaklı elleri olan bir çift kol almayı kafaya koydum bir süredir. Aslında bacaklarımı değiştirme niyetim yoktu ama 36 numara ayakkabıların ucuzluğu gözlerimi boyadı desem yeridir. Hepsi de son kalmış, trend sonu, eski moda adayları. 10 yıla modası yeniden geldiğinde paha biçilemez olacaklar. Ayakkabıcılar yalnız ayak numarana göre ayakkabı satmasalardı bu zahmete girmem gerekmeyecekti ama, yatırımcı ruhumu dinleyerek bacaklarımı da bu vesileyle değiştirmeye karar verdim. Hmmm, geriye yalnız kıllı ve esmer bacaklar kalmış. 18’lik çıtır bacakları seçtim kendime. Kıllı mıllı ama kaslı da. Karşıdaki ağdacı biraz acı karşılığında bacaklarımı sinek kaydı yaptı. Pürüzsüzler filan ama esmer güzeli bacaklarımda bir şey eksik. Mmmmm.. Hmmmm.. Hah evet, hemen markete gidip en kalitelisinden bir ayçiçek yağı alıp bacaklarıma boca ettim şişeyi.  Bir başkası olmanın peşindeyken, biraz fazla kaçırıp yürüyen bir çikolata şelalesine döndüm. 

Ela gözlerim, simli çalı çırpı saçlarım, dövmeli kollarım ve çikolata bacaklarımla baştan sona artık bir başkası olmayı başardım. Fakat zihnim niye hala ben?

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *