İstanbul ve Martıları

Yollar ayaklarımın altında akıyor. Arnavut kaldırımları hikayelerle dolu. Daha iyi duymak için ayakkabılarımı çıkarıyorum. Kauçuk tabanın Yeni Dünya’dan taşıdığı kölelerin çığlıkları, yerini Galata’nın külhan beylerinin nidalarına, yosmalarının işveli gülüşlerine ve alkolle zerk edilmiş fıçılarının tokuşma seslerine bırakıyor. İstanbul’un korosunda, elbette, martıların histerik çığlıklarını da unutmamak lazım. 

İstanbul’un martıları çeşit çeşittir. Örneğin, Rumeli’nin kuzeyinde taze balıkla avlanan martıları, zamanla balıkçılardan haraç kesen gürbüz kabadayılara evrilmiştir. Ne ıspanakla büyümüş balıkçılar ne de Karadeniz’e sığmayan öfkeli rüzgarlar Kuzeydeki martılara kafa tutabilir. Yalnızca Haliç’in martıları meydan okuyabilir onlara. Haliç martıları, birleşmiş milletler gibidir. Sütlüce’dekilerin naifliği, Eyüp’tekilerin gözü pekliği, Eminönü’ndekilerin züppeliği ve Balat’takilerin zekasıyla; hepsi farklı da olsa birlikte güçlüdür. Bu yüzden Alibeyköy martılarının etliye sütlüye karışmayan tavrı, bu iki grup arasına doğal bir bariyer koymuştur. Kadıköy martıları ise bambaşkadır. Onlar keyif peşindedir. Bu karmaşada mutluluğun sırrını bilecek kadar akıllı ve muziplerdir. Galata martılarına gelince, onlar da ekmek aslanın ağzında yaşasalar da cümbüşe oldukça düşkünlerdir. 

Önümde iki martı, iki solucanın savaşınının sonucunu büyük bir afiyetle beklemekte. Bu martıların ataları belli ki  Roma İstanbul’undan ve kültürleri 20. yüzyıla uzanacak kadar da tutucu olmalıydı. Çünkü bu ikisi gladyatör eğlencelerini kaldırım aralarına taşımış ve iddiayı kazananın sağ kalan güçlüyü, kaybedeninse suyu çıkmış leşi yediği bir oyunu yönetiyordu. Serin kanlı ve barışçıl solucanları bile çileden çıkaran bu öfkeye, Martılarda insanlar sebep olmuştu. İnsanlar, kentin onlardan daha eski yerleşimcilerine bir kent süsü ya da arsız dilenciler gibi davranmıştı. 

Fakat, bugün barışı imzalamalı. Martıların, İstanbul kaldırımlarına bakmaktan grileşen kanatları rüzgarın arasında süzülmeli. Bugün İstanbul, sedef gibi ışıldayan kanatların arasından aydınlanmalı. Isınmalı buralar.. Öyle bir ısınmalı ki, birlikte Suadiye’ye, Florya’ya, Üsküdar’a, Bebek’e geçmeli. Yunusların şen şakrak seslerinin duyulduğu Boğaz’da yüzmeli. Şilepler yaydığımız dalgaların beşiğinde sallanmalı. İstanbul’un tepeleri bile sular altında kalmalı bir an için. Bu şehrin aşkından sırılsıklam halde, bir an için herkes birbirine dönüp bir bakmalı. Ve sonra da patlatmalı, kahkahayı.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *