Seyyah’ın ilk adımları

Kanatlara alışmam biraz vakit aldı. İlk başta Şeker ismini verdiğim 40 yaşındaki caretta caretta kaplumbağa bana eşlik etti yolculuğumda. Dengemi her yitirdiğimde beni okyanusun soğuk sularına gömülmekten korumak için yüzeye yakın yüzdü. Cüssesinden beklenmeyecek kadar atikti. O manevraları görmeliydiniz, ağzıyla leblebiyi havada kapan insanlara taş çıkartırcasına beni yakalayıverirdi. Böylelikle, düşmekten korkmadan ama bol bol da düşerek uçmayı öğrendim.

Kanatlarım var diye öylesine mutluyum ki anlatamam. Bembeyaz ve sağlıklılar. Sabahın ilk ışıkları önce benim kanatlarıma merhaba der, ay yakamozunu benim kanatlarımdan sektirir. Bazen kambur balina seslerini duyarım, okyanusun yüzeyine çıkıp başlarlar lak laka. Bir seferinde, “Baksanıza!” dedi içlerinden biri, beni işaret ederken. Bir diğeri baktı ve “O bir uzaylı mı acaba?” diye şaşkınlığını belirtti. Sonra hep bir ağızdan vauv! dediler. İkisi de, belli ki, ikna olmuşlardı bu fikre. Bunu duyduktan sonra, eğlence olsun diye seyircilerime bir iki artistik hareket bile yapmıştım.

Kambur balinalara hak veriyorum aslında. Kanatlarım ve ben, dürüst olmak gerekirse, biraz gülünç. İki ayaklı ve iki kanatlı zayıf birisi olarak, bedenim kanatlarımla bir bütünlük kurmaktan ziyade onlar arasında görünmez oluveriyor uçarken. Ayaklarım, patates yumruları gibi..Kanatlardan çıkmış yumru kanatlar.. Gökyüzünde süzülen kocaman ve orantısız bir kelebek gibiyim. Kelebekleri tanımayan balinaların beni tanımlayamadıkları bir şey olarak tanımlamaları ve bana uzaylı demeleri bu yüzden anlamlı.

Yalnız bu sizi yanıltmasın. Olduğum halimle oldukça mutluyum. Ufak olmaları dar geçitlerden geçerken şaşkınlığıma rağmen yaralanmamı engelliyor mesela. Hem sonra birçok arkadaş edinmeme de yardımcı oldular. Beni görenler önce biraz dumur oluyor ama sonra gülümseyerek ne olduğumu soruyorlar ve bizi arkadaşlığa götüren sohbetler işte böyle kolayca başlıyor. Öte yandan tabi, olumsuzlukları da yok değil. Okyanusları aşarken sık sık mola vermem gerekiyor. Atlantik okyanusunu tek solukta geçmek oldukça zor oldu. Fransız Güney ve Antarktika Toprakları’na gitmeyi istiyorum şimdi ama nasıl gidebileceğimi henüz kestiremedim. Rüzgar da fena sarsıyor zaten. Uzun mesafeler için önce rüzgarlara çalışmam gerek. O yüzden şimdi bir süre Cape Town civarlarında takılacağım gibi duruyor.

Geçen gün kısa bir uçuşa çıkmıştım. Cape Town merkezden Ümit Burnu’na kıyı hattından inip Güney kıyılarda biraz turlayıp penguenlere misafir olacaktım akşam. Ümit Burnu’nu geçerken bir kızın bana seslendiğini duydum. Bana yavru albatros dedi. Öyle neşelendim ki bunu duyunca ona yaklaşmaya karar verdim. Ona yöneldiğimi fark edince biraz ürker gibi oldu, fakat sonra gülerek “Evet, evet! Buradayım!” diye çığlık atmaya başladı. Hemen önüne indim, ismimin Jul olduğunu söyledim. Onun adı da Mira’ymış. Ne bacaklarım ne de onunla konuşuyor oluşum onu şaşırtmıştı. Aksine dünyayı tek başına gezmek isteyen özgür bir kadın olmamdan çok etkilenmişti. Onun gözünde ben hem bir kadın hem de bir albatostum. Beni olduğum gibi seven ve kendimi tanımamı sağlayan bir arkadaş edindiğim için hala çok mutluyum.

Akşam penguenlerin yanına döndüğümde beni insanların kolay kolay göremeyeceği çalıların oraya davet ettiler. Yumurtadan yeni çıkmış çocuklar etrafta anıra anıra oynarken biz okyanustan, iklimden bahsettik. Buraya çok daha kuzeyden geldiğimi söylediğimde büyülenmiş gibiydiler. Daha kuzeyde hayat olduğunu bilmiyorlarmış. Hatta diğer penguenler onlara Kuzeyli diyorlarmış. Kuzey’in Afrika kıtasının güneyi olması çok abuk geldi, kahkahalarla gülerek geceyi bitirdik.

2 gündür penguenlerle takılıyoruz. Bana gövde üstünde kaymayı öğrettiler. İnanılmaz zevkli bir şey. Yarın da Mira’yla buluşacağız. Kente gittiğimizde kanatlarımı örtmemi önerdi. Bu sayede insan dünyanın güvenilmezliğinde korumak zorunda kalacağım tek şeyin yalnızca kadın bedenim olacağını söyledi. Ona hak vermeliyim, bu bile yeterince zorken bir de kanatlarımı nasıl koruyabilirim ki?

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *